1 Ekim 2013 Salı

Homo sapiens evrimi

Homo sapiens-modern insanın evrimi
Homo sapiens: 200 bin yıllık evrim

Çeviri: Bektaş PALA


Homo sapiens idaltu yeniden yüzlendirme
Evrim ve adaptasyon
Genel olarak, Homo sapiens elbette en başından beri evrimsel gelişim halindedir. Homo sapiens evrimi de, tipik olarak iki şekilde, hem diğer bütün türlerin evrimiyle hem de bölgesel adaptasyon (iklim, coğrafya) ile ilgilidir.
Biliyoruz ki Homo sapiensin kökeni Afrika’dadır: Bulunan en eski fosiller 195 bin (Omo I) ve 156 bin (Herto 1) yaşlarındadır ve Etiyopya’dadırlar. İskeletler anatomik bakış açısıyla moderndir. Dolasıyla, bizim türümüzün sahip olduğu anatomik karakterlere, birçok en eski Homo türlerinin sahip olduğu karakterleri çağrıştırsa bile, tam olarak onlarda sahiptir.  Bulunan fosillerin özellikle kemiklerinin histolojik yapıları Afrikalı Homo erectus ile benzer olurken, modern insan ile kıyaslandığında farklılık gösterir.  Bazen Homo sapiens idaltu gibi sıra dışı fosiller özel olarak adlandırılırlar ki bunlar Homo sapiensin alt-türü olarak görülür.
Homo sapiens, antneanderthaller, presapiens, eski insan, arkaik… Terminoloji kabarıktır ve bezen aynı fosilleri kapsar. Her şey bir terminoloji ve coğrafya sorunu değildir ve de zamanla yeni buluntular daha net tanımlanacak.

Aralık 2010’da yayımlanan bir çalışmada, İsrail’de bulunan, Homo sapiense ait olduğu düşünülen ve 400 bin yıl öncesine tarihlendirilen bir diş buluntularından bahsedilir.

Homo sapiense ait en eski fosiller
196 bin- Omo Kibish 1- (Etiyopya)
100 bin- Qafezh (İsrail)
150 bin Herto(Etiyopya)


Çeşitlilik gösteren Homo sapiens boyu
Bedensel iriliğimizdeki değişimlerin nedenleri çoklu ve düzenlidir: Genetik, çevre, hayat tarzı ve de beslenme rejimi.
İnsan evriminin boy oranını ilgilendiren çalışmalar ve ölçülerin önemli bir kısmı Avrupa’dadır ve en fazla fosil bu bölgede bulunur ve de uzun bir periyodu içine alır.

-        40 bin yıl önce, paleolitikte, Cro-Magnon insanlarının boyları ortalama 183 cm’ydi ve bu, Cro-Magnon boy ortalamasının,  bizlerin şimdiki boy ortalamasının üzerinde olduğu anlamına gelir. Afrikalı yakın atalarımızın bu büyük beden ölçüsüne sahip olmaları, belki de, Afrika kıtasının iklimine daha iyi adapte olmalarıyla açıklanabilir. (Bakınız Cro-Magnon insanının barınağı ve Balzi Rossi gömütleri).

-        10 bin yıl önce, Neolitikte, daha küçüktük (ortalama 1,62 cm). Küresel iklim değişikliği, yeni beslenme rejimi ve getirdiği sonuçlar (beslenme bozukluğu) muhtemelen bu küçülmenin kaynağını oluştururlar.
Doğal seçilim süreci evrimsel olarak işler: Hayatta kalmak ve üreyebilmek için küçük bedenli bireyler, diğerlerine göre daha az enerjiye ihtiyaç duyarlar.

Jean-Luc Voisin (MNHN) “Elbette boy ölçüsünün küçülmesi yeni gıda dünyasında olacaktı, ama neolitikte besin, paleolitiğe oranla daha sınırlıydı. Tarım ve hayvancılık sürekli olarak gıda elde edilmesine olanak veriyordu ve dolasıyla kıtlık daha az yaşanıyordu. Fakat bu zorunlu yeni hayat tarzı kol gücü gerektiriyordu. Böylece çocuklar, çocukluktan çıkar çıkmaz özellikle fizik gücü gerektiren ve fiziksel gelişimlerini durduran işleri yapmaya başlıyorlardı. Aniden gelişen çevrimsel varyasyonlarda olduğu gibi, insan ölçüsünü ağır ağır etkileyen faktörlerde ayrıca incelenmelidir”.


Bugün ortalama boy (Avrupa’da) 1,75 cm’dir. Bir dereceye kadar ki yakın zamanlı bu yükseliş, sağlıklı yaşama ve beslenme rejimindeki gelişmeye bağlanır. Yakın zamanlı ve hızlı olan bu artış, daha önceki boy ortalamaları değişikliklerinin aksine oldukça adaptasyonlu ve evrimseldir. 

François Marchal (UMR 6578- CNRS)’ın şu sözleri not edilmeli: “Boy ile iklim arasındaki genel ilişkiye değgin, haklı olarak bu uzun vadede gerçekten evrimsel bir fenomenin var olduğunu düşünebiliriz. 40 bin yol önce Afrika’dan Avrupa’ya “ulaşanlar” uzun boyludurlar. Binlerce yılın (hatta on binlerce yılın) ardından boyları kısaldı. Bu süreç evrime iyi bir örnektir. Beri yandan, boy ölçüsünün artışında, bir yüzyılı biraz aşan sürede bir evrim kaydetmiyoruz ama adaptasyonu görüyoruz. Gerçekten, eğer hayat koşulları iyileşirse, Roma imparatorluğunda ve günümüzde olduğu gibi, boy uzunluğu “hızlıca” (yüz yıl merdiveni) yükselir. Eğer koşullar kötüleşirse, boy uzunluğu da Roma imparatorluğunun düşüşü gibi düşer”.
“… Tam olarak adaptif fenomenleri (hız,  yüz yıl merdiveni ve bu merdiveni kısa hali), evrimsel fenomenlerden (daha uzun bir merdiven, sıklıkla bir yüz yıl merdivenine dönüşü olmayan en az 10 bin yıl) ayırt etmek gerekir”.


1,95 cm Grimaldi insanı
Balzi Rossi (İtalya)
Monako insan paleontolojisi müzesi
1,90 cm Menton insanı (gerçekte bir kadın)
Cavillon Mağarası
Menton tarih-öncesi müzesi


















Beyin ve beden ölçüsü ilişkisi
Cro-Magnon beyni, Antoine Balzeau
Mantıksal olarak beyin ölçüsü boy ölçümüz ve morfolojimizle çeşitlenir.
Eğer 100 bin yıl önce Homo sapienslerin beyinleri 1500 ila 1600 cm3 ise, 12 bin yıl daha geride 1450 cm3 idi. Ve şimdi ortalama beyin ölçüsü 1350 cm3’tür. Kafatası morfolojisi bireyin genel morfolojisine bağlıdır: Büyük bir kafaya sahip bebek, narin bünyeli kadının karnından rahatça süzülüp çıkamayacaktı.
“Zaten biliyoruz ki, 100 bin yıldır, beyin ölçüsünde bir küçülme var. Modern insan beyni % 15 ila % 20 oranında, Cro-Magnon beyninden daha küçüktür. Kimi bölgeler gelişirken, diğer bölgeler küçüldü. Ayrıca Neanderthal (kuzenimiz olan tür) beyni, Cro-Magnon beynine göre % 20 oranında önemli bir fark gösteriyordu.  Bu evrimsel farklılıkları ele almalı ve açıklamalıyız”. Der CNRS’den paleoantropolog Antoine Balzeau.
Öte yandan, beyin ölçüsünün kavrama (zekâ) kapasitemizi doğrudan etkilemediğini ve en büyük bilginlerin zorunlu olarak en büyük beyinlere sahip olmadıklarını eklemeliyiz.



Bedenimizin evrimleşen diğer kısımları
Homo sapiens çenesi ölçü ve oran olarak aynı şekilde bir değişim gösterdi. Bizim burunlarımız, atalarımızın burunlarına göre daha narin ve daha küçüktür. Çenemizin daralması, dişlerimizin şimdiki düzeni oluşturmaları için zorluk çekmelerine neden oldu. Bu durumda, gitgide yirmilik ve birbirinin üstüne binen (ortodontistlere büyük fayda sağlayacak şekilde) bazı dişler hiç “çıkmadı”.
Beslenme rejimi değişikliği, çiğneme sistemi evriminin kesinlikle temel sebebidir. Artık güçlü bir çeneye ihtiyacımız yok ve yediklerimiz daha sık olarak çiğnenme kolaylığına sahipler. Kaba bir çene artık evrimsel bir avantaj değil.
Fakat bir paradoks olarak, geçtiğimiz yüzyıldan beri dişlerimizin ölçüsü gelişiyor. Muhtemelen bu evrim, diş minemizi koruyan çok düzenli florların bir katkısı olmalı.


Obezlik, modern insanın hastalığıdır. Homo sapiens, beslenmek için her zaman düzenli bir fiziksel aktivite içinde olmak zorundaydı. Aşağı yukarı 2 bin yıl önce, bir yetişkin besin elde etmek için tarlalarda sürekli yer değiştirerek çalışmalıydı. Paleolitikte obezlik çok nadir olmalıydı ama şimdi sanayi ülkelerinde nüfusun % 30’dan fazlasında görülen küresel bir felaket oldu. Obezlik, yakın zamanda besin endüstrisinin günden güne daha yağlı gıdalar üretmesi nedeniyle hızlanmıştır.
“… et içindeki proteinleri kullanmak ve yeterli kaloriyi elde edebilmek içi Paleolitik  avcı ve toplayıcıları, yerleşim yerlerinin genelinde ele geçirdikleri uzun kemikleri zekice kırıp, içyağlarını ve iliklerini çıkartıyorlardı.  Et bulmak zaten başlı başlına önemliyken, etin içyağlarını elde etmek iki kat daha fazla önemliydi. Yaşamak için kaynaklarını biriktiren atalarımız, böylece belirli bir uyarlanma avantajını kazanmış oluyorlardı. Hamburgerlerin, cipslerin, gazlı içeceklerin, peynirlerin ve yağlı ürünlerin şimdiki dünyasında tüm bunlar birer hastalık nedenidir. Ne yazık ki Paleolitik içgüdülerimiz gıda tercihlerimize rehberlik etmeye devam ediyor”. Jean-Jacques Hublin (Marx Planck Enstitüsü).


Ortalama hayat süresi
Dişlerini kaybetmiş 40 yaşlarında bir Cro-Magnon
Atalarımız, modern insanlara göre daha kısa ömür sürüyorlardı. 30 bin yıl öncesine kadar, bir kişinin ömrü nadir olarak 35 yılı geçiyordu. Cro-Magnon insanı (yandaki foto) aşağı yukarı 40 yaşına geldiğinde ölmeye yakın yaşlı bir insan oluyordu.
Sadece 200 bin yıl önce, yani 1800’de, ortalama hayat süresi 35 yıldan fazla değildi. Yaşam süresi, 1950’de 46 yıl, 1990’da 64 yıl olarak başarılı bir sıçrayış gerçekleştirdi ve 2020’ye gelindiğinde (batı ülkelerinde) bu süre 72 yıl olacak. Bu başarılı kazanım temel olarak daha iyi hayat koşullarından, kaza risklerinin azlığından, daha iyi tıbbi tedavilerden ve özellikle içilebilir suyu genel dağılımından (aşılar, antibiyotikler) kaynaklanmaktır.  Aslında biz yaşam süresini uzatmadık, biz “sadece” ölmeye en çok sebep olan şeyleri elimine ettik!
“Günümüz insanlarının hayal dünyasında, şüphesiz ki eski insanların ortalama hayat süreleri en büyük fanteziyi oluşturur. Bu konu üzerine yapılmış akademik çalışmalar gerçekten çok az. Genel olarak, avcı/ toplayıcı topluluklarda bireyler, yerleşik topluluklara oranla muhtemelen daha uzun yaşıyor olabilirler. Gerçekten de yerleşik topluluklar, toprakta çalışıyor olmalarından, çok sert olan salgın hastalıklara daha sık yakalanırlar.

Neolitikten itibaren, bu salgın hastalıklar topluluklar (bu dönem, koleranın ciddi bir ölüm sebebi olmaya başladığı dönemdir) için önemli birer problem haline gelir. Ayrıca sık sık yer değiştirme, kirlilik ile ama özellikle kirli su ile temasın az olmasına neden olur. Bu durum daha çok, ılıman bölgelerde yaşayan topluluklar için geçerlidir”. Jean-Luc Voisin (MNHN)


                                         
DNA ve mutasyon hızı
Afrika’dan çıkıldığından beri, yaklaşık olarak 100 bin yıldır, Homo sapiens karşısına çıkan farklı iklim ve koşullara adapte oldu. DNA üzerine yapılan çalışmalar da gösteriyor ki,  genetik özellikler, yeni bir durum karşısında, bu yeni periyotta değişikliğe uğruyor ya da bu duruma adapte oluyor. Aslında DNA’nın varyasyon oranı ve dolasıyla “evrimin hızı” son 40 bin yılda arttı.  Genlerimizin önemli bir kısmı, çoğu hastalığın gösterdiği direnç ve deri rengi gibi hala seçilim baskısı altında.
Sindirim sistemimiz de değişir.  Memeliler (insanlarda dâhil) doğal olarak yetişkinlik dönemlerinde süt tüketmezler. Süt ürünlerini hazmedebilmek için çocuklar, laktoz sindirimini kolaylaştıran laktaz enzimini üretirler. Bu enzim yetişkinlerde salgılanmaz. Yetişkin bir insan, neolitikten beri süt tüketir. Bu davranışsal değişim, yetişkinler arasında, laktoz enzimini sindirebilen ve sindiremeyeni açığa çıkartır. Günümüzde dahi dünya nüfusunun % 50’den fazlası sütü sindiremez. Avrupalı topluluklar için bu evrim, en az 10 bin yıl öncesine tarihlenir.

CurentBiology dergisinde yayımlanan bir çalışmaya göre “Her insan kendi DNA (basit temelli DNA dizisindeki değişiklikler, ebeveynler aracılığıyla aktarılan dizinleri farklılaştırır) ’sında, 100 ila 200 kadar yeni genetik mutasyonları taşır ki bu 15 milyondan 30 milyona kadar her nükleotidin bir mutasyona karşılık gelmesi demektir. Bu mutasyonların çoğunluğu önemsizdir ve rahatımız ve de görüntümüz üzerine hiçbir etkisi yoktur”.
(Xue Y. Ve diğerleri. (2009) Human Y chromosome base-substitution mutation rate measured by direct sequencing in a deep-rooting pedigree.)



Adaptasyonun iklimsel kökeni
İnsanlar, iklimi tümüyle farklı olan yerlere yerleştiler ve o iklim koşullarına adapte oldular. Bu elbette bizlerin fiziksel görünümünde, daha az görünen diğer özelliklerimizde olduğu gibi bir etkiye sahipti. Fauna ve florada olduğu gibi, her birey genetik mutasyonları taşır. Belirli bir çevreye bağlı olarak bu mutasyonlar bazen faydalı, bazen “nötr” ve bazen de negatif etkiye sahiptirler. Eğer bir mutasyon faydalı ise, birey bu nedenle hayatta kalmak ve üremek için daha fazla şansa sahip olacaktır. Dolasıyla bu mutasyonlar popülasyon içinde yayılıp, bir sonraki nesillere aktarılacaktır.
Sıcak iklim bölgelerinde yaşayan insanlarda faydalı mutasyonlar daha sık görülür ve :
-         Büyük, uzun ve incedirler zira terleme yoluyla boşaltım bu özellikte insanlarda daha kolaydır
-        Koyulaşmış bir deri ultraviyole ışınlarına karşı daha dayanaklıdır ve diğerlerine cilt kanserine karşı dirençlidir
Daha soğuk ve az güneşli iklimde yaşayan insanlar ortalama olarak faydalı mutasyonlara sahiptir ve:
-        Isıyı muhafaza etmek için çok küçük ve bodurlardır
-        Daha açık bir deriyle D vitamini sentezini gerçekleştirir
Homo sapiens Afrika kökenlidir ve bu nedenle ilk insanların deri renklerinin koyu olduklarını düşünmek mantıklıdır. Daha soğuk ya da ılıman bölgelerde deri renkleri açılır.

Homo sapiens sonrası, şüphesiz ki sapiens öncesinde olduğu gibi büyük değişimler yok ama farlılıklar(elde edilen kemik ve eski DNA çalışmalarıyla bu farkları görebiliyoruz)  hala var. Türümüz devam edecek, türümüz evrimleşerek ve zorlu koşullara uyarlanarak devam edecek.

İnsan hem doğal olarak hem de insanal aktivitelerinin sonucu olarak sürekli değişmeye mahkûmdur.

C.R.

Hominides.com, Antoine Balzeau, François Marchall ve Jean-Luc Voisin’e katılımları ve bu sayfanın hazırlanmasında verdikleri emek için teşekkür eder.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder