19 Eylül 2013 Perşembe

Dilin kökeni

Atalarımız ne zamandır dili kullanıyor?

Yazının orijinali için link: http://www.hominides.com/html/dossiers/langage.php
Çeviri: Bektaş PALA

Toplumumuz,  dili, tam olarak insan oluşunu bütünleyen bir unsur olarak özümsedi.  İnsanın bu özelliği, ayrıca bizi diğer hayvanlardan (bakınız insan ve maymun dosyası) farklılaştıran güven verici öğelerden biridir. Bebeğin ilk kelimelerine sinen önemin geldiği yer: “Baba dedi!” Gerçek bir marifet!

Yanı sıra, dilin kökeni konusu karışıktır.  Olgusal olarak, direk konuşma biçimini gösteren ne bir iz ne de bir fosil vardır! Dolasıyla bilim insanları, daha önceden tespit edilen (alet edevat, göçler, kafatası analizler…) farklı bilgiler ve güncel çalışmalarla (büyük maymunlar ve bebeklerde iletişim…) kullanmak zorundadırlar.  Teorilerini geliştirmek için bu gözlemlerden faydalanırlar.

Dil ne zaman ortaya çıktı?

On yedinci yüzyıldan beri sorulur: İnsan ne zamandır sistemli olarak dili kullanıyor? Konuyla ilgili çok sayıda ilginç teoriler geliştirildi. 1866’da, Paris Lengüistik Topluluğu (1864’te kurulur) bu fantastiktik girişimleri durdurur ve dilin kökenine ilişkin kişisel metinlerin yayımlanmasını tamamen yasaklar.
Yirminci yüzyılın sonunda bu yasak kalkar ve dilin kökeni, akademik çalışmaların bir konusu olur.
80’lerde bilim insanların çoğunluğu dilin kökenine ilgiliydiler ve dilin yaşının, 40 bin yıldan daha geç olduğuna eğilimliydiler. Üstelik bu periyod, “simgesel devrim” (mağara süsleme sanatının, mezar sisteminin ve de alet kullanımının giderek geliştiği periyod)’in periyoduydu.
Şimdi dilin kökeni daha eskilerde aramanın olanağı mevcut. Anatomik beceri üzerine yapılan son çalışmalar, ilk hominidlerin, 2 milyon önce ilk dil kullanımına meyilli olduklarını gösteriyor.

2011’in Nisan’ında, Dr. Quentin Atkinson (Aucland Üniversitesi)’un yaptığı bir çalışma, dilin kökeninde Afrika’yı işaret etti. Dr. Atkinson, dünya dilleri arasında 504 dili, rakam ve sesbirim çeşitliliği açısından karşılaştırdı ve listesini çıkarttı. Öyle ki, sesbirim çeşitliliğinde en zengin dillerin, Güney Afrika’da bir kıyı şeridi boyunca uzanan Senegal başta olmak üzere Afrika’da bulunduğunu hesaplayabildi.  İnsanlığın en son fethettiği Kuzey Amerika ve Okyanusya’da bulunan daha az zengin dillerin aksine bu böyleydi… Bu yeni keşif, Science et Nature dergisinin, insanlığın Afrikalı kökenine dair yayımladığı bir çalışmayla doğrulanıyordu. Quentin Atkinson’un çalışmalarının, başka bir ekip tarafından, insan dilinin yayılımının, genetik dağılım gibi zorunlu olarak gerçekleşmediğine bir kanıt olarak dahil edildiği not edilmeli.

Ouah-ouah, Peuh-peuh, La-la, Ding-dong, Oh-hisse…
Endişelenmeyiniz, bunlar dilin kökeni üzerine geliştirilen teoriler değiller!
Ouah-ouah: Çevredeki gürültünün taklidi için…
Peuh-peuh: Sahip olunmayan şeye sahipmiş gibi davranmayı anlatmak için..
La-la: ilk sözcüklerin çocuksu kökeni için…
Ding-dong: İnisiyasyonda ezgiler için…
Ve son olarak Oh-hisse: çalışma esnasında uyarı için…
Özet olarak, geçmişin zenginliği az çok bu garip teorilerde görülüyor.

Kökene ilişkin farklı hipotezler

İşaret dili
Dilin ilk formunun, eylemlerin ya da nesnelerin mimiklerle anlatıldığı demek olan bu teori Merlin Donald tarafından geliştirildi. Donald, teorisini şempanzeler üzerinde denedi ve onların eylemleri “kopya” ettikleri sonucuna ulaştı. Örneğin, türdeşlerine ava çıkmayı önermek için bir hominid, hayali bir hayvana doğru mızrak fırlatır gibi yapmalıydı.  Bu hipotezin nesneleri ya da yoğun eylemleri tanımlamaya olanaklı olmadığı kaydedilmeli: Yemek, bizon, içmek gibi…  Diğer taraftan, bütün soyut bilgiyi de mimiklerle anlatmakta mümkün değil “yarın ava çıkıyoruz” ya da “dün,  ırmak yakınında bir bizon gördüm” durumları gibi.
Bu benzerleşme teorisi çekici ve de bazı primat, gençler ve çocuklarda, oyun ya da öğrenim amaçlı olan benzerleşme edimlerini gözlemleyebiliriz ama bu asla tek başına iletişim için değildir.

Jestler ve dil
Michael Corbalis, jestlerle iletişimin temel olarak sistemli dili öncelediğini öne sürer. Tezinin temeli, sağır ve dilsizlerin jestlerinden hareket eder:
Ø   Yırtıcı hayvanların dikkatini çekecek ve onlara av olmalarına neden olacak gürültünün olmaması
Ø   Jest pratiği yönü göstermeyi sağlıyordu (bugün dahi bu jesti pratikliyoruz!)


Jean-François Dortier, bu pratiğin avantajlar getirmesine rağmen neden terkedildiğinin ve hominidlerin karanlıkta nasıl iletişim kurduklarının bilinmesi gerektiğinin altını çiziyor.


Önsel dil
 Önsel dilin 2 milyon yıl öncesinden, primitif dilden köken aldığı ve adım adım zenginleştiği fikri dilbilimci Derek Bickerton tarafından geliştirildi. Bileşik ve yan yana gelmiş sözcükler gramer yapısından yoksundular. Dolasıyla atalarımız cümlelerin dünyasal anlamlarını bozmadan şu tipte cümleler kurabiliyorlardı: “Rahan yemek meyve” ya da “yemek meyve Rahan” .
Önsel dil 50 000 yıl önce sistemli bir dile doğru evrilmeye başlamış olmalı.
Önsel Dil teorisi, dört farklı akademik çalışmaya dayanır ki bunlar bizim primitif dillerimiz olabilirdi:
-        Büyük maymunların dili, taklit dili olarak öğrenildi
-        Çocuk dili en az 2 yaşında oluşmaya başlar
-        Genie[1] dili, “dolap-çocuk” 13 yıl boyunca yalıtıktı
-        Pidgin[2] dili, bir arada yaşayan ama iletişimde zorluk çeken topluluklar tarafından yaratılan ve kullanılan ortak dildir.
Önsel dil, şimdi en yaygın şekilde kabul gören hipotezdir.

                               Hangi hominid ilk olarak dili kullandı?

Bazı antropologlara göre, hominidler temel gırtlak bassosuna ve de ayrıca yassı bir kafatasına sahiptiler.  Karakteristik olarak bu özellik, yaşı en az 2,5 milyon olan atalarımızda bulunur: Paranthropus ve homolar. Bununla birlikte tek başına bu karakter, Pascal Picq tarafından haklı olarak eleştiri alır. Phillip Tobias için, endocranial mulajlar, Homo habilis’in, algıda özelleşme sağlayan ve dilsel gelişimde önemli olan Broca ve Wernicke alanlarını gösteriyordu. Ama diğer çalışmalar da gösterdi ki, fiziksel olarak konuşkan gırtlak aşağı inmiş değildi ve dolasıyla “doğru biçimde eklem” oluşturamıyordu.
Birçok bilim insanı için ise Homo erectus dil yeteneğine sahip olmalıydı zira çakmaktaşını (Levallois) üretmek için gerekli olan bir ustalık ve tekniğe, geliştirilen ortalama bir iletişim ile geçemezdi.

Ve Neanderthal?  Çalışmalar birbiri ardına sıralanıyor ve tersini söylüyor. Amerikalı araştırmacılara göre, Neanderthal gırtlağının pozisyonu ve morfolojisi, genişlemiş bir gam ve ses (bazı sessiz harflerle, birazda sesli harfler) üretimine izin vermiyordu. Fransız antropolog Anne-Marie Tillier (CNRS Bordeaux) için de hiç şüphesiz Neanderthal eklemli bir dili geliştirmişti.

Niçin dil?

Belirgin  bir görünümü olsa da, kendi kendimize, dilin, hangi ihtiyacı ürünü olduğunu sormadan edemiyoruz. Tabi ki, her şeyden önce, genel anlamda ortalama bir iletişim için… Dil kullanımının, dili kullanan ilk insanlara gerçek bir avantaj sağladığı düşünülebilir:
-        Bir kulübe ya da barınak yapımında daha hızlı ortaklık oluşturmak “ben toplamak dallar”, “sen yolmak yapraklar” gibi.
-        Birçok defa aynı hayvanı avlayacak strateji oluşturmak “sen geçmek burada”, “ben geçmek arkada” gibi
-        Acil durumlarda hızlı iletişim “kaçmak yılan burada” gibi
Bütün bu örnekler, acil durumlarda, hızlılık, kolaylık ve hayatı sürdürme açısından  dilin faydalarını göstermektedir.

Bununla birlikte, bu tezlerin çerçevesine itiraz eden bir neo-darvinist dalga da vardır: Dil, evrimsel avantaj getirmez.  Bilgileri değiştirmek, iletişim kurmak tehlikeli de olabilir: İşte bu, Makyavelist aklın, neo-darvinist teorisidir.  Hemcinsleriyle iletişim kurmayan, sessiz kalan birey daha kazançlıdır. Bu hipotezi destekleyen olgular yoktur:  Dilin gelişimi, izole olan topluluklar dâhil, bütün topluluklarda görülür… Ve de bu, insan türünün tüm gezegen üzerindeki gelişimine engel değildir!

Dilin kullanımı üzerine en az basitlikte başkaca teorilerde vardır.
Robin Dunbar (primatolog), dilin, özellikle sosyal ilişkilerde ve yaşanılan ortamda (kabile, aile…) bir korunma duygusu getirdiğini düşünür.  Teorisi için destekleyici bir çalışmayı günümüz insanlarıyla (kafe, bar, tren gibi çeşitli yerlerde) görüşerek yaptı. Sonuçlar şaşırtıcıydı: Zamanımızın % 65’ini sosyal konulardan bahsederek geçiriyoruz. Kim kiminle ne yaptı, seviyorum, sevmiyorum gibi cümleler sohbetler yer aldı…! Süreli yayınları ve insan gösterilerini daha iyi anlayabiliyoruz. Onlar, komşularımızın ve de daha genel olarak çağdaşlarımızın ne yaptıklarına dair doğuştan gelen bilme isteğine yanıt veriyor. 

Anatomik bir bakış açısıyla ele alındığında konuşmak için ne gerekli?
Ses çıkarma noktası, biçimlenmiş akciğerler, kaslar (göğüs kafesi, karın…), gırtlak, yutak, burun delikleri, yumuşak damak dil ve dudaklar…
Gırtlak ses çıkarma noktasının temel unsurudur. İnsanda, bebeklik zamanında pozisyonu yukarıdadır ve yetişkinlerde aşağı iner. Ayrıca gırtlak, eklemlenmiş ve perdeli dilin oluşumuna olanak verir.
Büyük maymunlarda gırtlak her zaman, yetişkinlikte dahi yukarıda kalır: Yani onun, kuzeni insan gibi konuşması imkânsızdır.

Konuşmak için, ayrıca,  Broca  (dilin oluşumu) ve de Wernicke (kavrama) alanlarının olduğu anlayan bir beyin gerekmektedir.





[1] Genie, 13 yıl boyunca konuşmayan, uzmanlar tarafından bulunduğunda 13 yaşında olan ve 7 yıllık tıbbi tedavinin ardından 20 yaşında konuşmaya başlayan çocuk.
[2] Pidgin dili, birbirlerinden farklı diller konuşan, kendi ana dilleriyle anlaşmayı sağlayamayan birden fazla grubun kendi aralarında iletişim kurmak için kullandıkları dilleri ifade etmek için dilbilimciler tarafından kullanılan bir terimdir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder